Yıllarca merhum Bülent Özveren’in sunumuyla özdeşleşen Eurovision şarkı yarışmasında ülkelerin puanlarını açıklarken en yüksek yani 12 puanı alan ülkeyi anons etmeden önce sunucuların önce bir duraksayıp sonra ‘and finaly’ dediği yerdeyiz; finalde.
Türkiye için final yılı çok acı biçimde başladı. Kahramanmaraş merkezli depremler silsilesinde onbinlerce insanımızı kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Toprağın altına gömdüğümüz onbinlere ilave olarak geriye ondan daha fazla acı hikaye kaldı. Bu acı artık bizimle beraber yaşayacak ancak ders çıkarıp başka acı yaşanmasın diye ne yapacağımız da bizim sınavımız olacak.
Yıllardır hazırladığım raporlarda ülke ekonomisinin sürekli kademeli olarak kötüye gittiğini ve merdiven şeklinde bir krizin içerisinde olduğumuzu belirtmiştim. Artık merdivenin son basamaklarına inmek üzereyiz. Buyrun hali pürmelalimize.
YURTTA ENFLASYON CİHANDA ENFLASYON
Enflasyon konusunda artık yalnız değiliz. Bu kelimeyi telaffuz edince yüzümüze anlamsızca bakan gelişmiş ülke vatandaşları ile ortak bir paydamızın daha olması insanlık adına sevindirici. Ancak şunu da belirtmek gerekiyor ki ; ‘Fiyatlar çok hızlı yükseliyor’ cümlesinde gelişmiş ülke vatandaşları ile bizim aramızda yüzdesel oranın yanına bir adet 0 (sıfır) koyulması gereken küçücük bir farkımız var.
2022 yılında gerçekleşen rekor düzeydeki enflasyon oranları yılın son çeyreği ile beraber duraklama ve yavaşlama evresine girdi. Ayrıca baz etkisi ile son aylarda düşüş de yaşadık. Ancak enflasyonun düşmesinin fiyatların düşmesi ya da yerinde sayması olmadığını idrak etmeye başlayan yeni neslin ekonomik şoklara karşı orta yaş kuşağı kadar şerbetli olmadığı göz önüne alındığında işlerinin zor olduğunu söylememiz gerekiyor.
Son olarak TÜFE enflasyonu Şubat’ta %3,15 seviyesinde gerçekleşirken, Ekim’de %85,5 ile zirve yapan yıllık TÜFE enflasyonu da baz etkisinin desteğiyle düşüşünü sürdürerek %55,2’ye geriledi.

Detaylara bakıldığında, gıda enflasyonun Ocak ayındaki %6,6’lık artışın ardından Şubat’ta da %7,4 artmış olması öne çıkıyor. Bu artışların da, sebze-meyve fiyat artışlarının ocak ve şubat gibi kış aylarına göre ılımlı kalmasına rağmen gerçekleştiğini dikkate almak gerekiyor. Fiyatlama davranışlarında bozulma ve katılık gösteren bir diğer önemli husus olarak hizmet kalemini de öne çıkarmak gerekiyor. Ocak ayındaki ücret artışı kaynaklı maliyet baskıları, yeniden değerleme oranına bağlı artışlar ve sene başı fiyat ayarlamaları nedeniyle aylık %12,7 artış gösteren hizmet enflasyonunun Şubat’ta da %3,1 arttığı görülüyor. Özetle, hizmet enflasyonu her ne kadar yıllık bazda %62,4’ten %61,6’ya gerilemiş olsa da, enflasyon beklentilerindeki ve fiyatlama davranışlarındaki bozulmayı net bir şekilde ortaya koyuyor.
Gelelim ikili enflasyon yapısına. Her alanda şahsına münhasır bir örnek olmayı başaran ülkemiz kaydi enflasyon ve gerçek enflasyon gibi iki karpuzu aynı koltuğa sıkıştırmaya çalışmaya devam ediyor. Son 1 yıllık TÜFE’nin %55,2 olarak gerçekleştiği ortamda ÜFE’nin %76,6 olarak gerçekleştiği göz önüne alındığında dünyanın en altın kalpli iş dünyasının bizde olduğu kanıtlanıyor. İş dünyamız aldığı mal ve hizmeti yaklaşık 20 puan aşağıdan halkına sunarak amme hizmeti görmeye devam ediyor.
İzahı olmayanın mizahı olur düsturuyla anlatılmaya çalışılan ekonomik aktivitenin karamizah yapısının en çok etkilediği kesimlerin başında sabit gelirliler geliyor. 2021 yıl sonu maaş zamlarının ÜFE’nin yarısı kadar bile olmaması yıllardır gelir kaybı yaşayan kesimler için artık durumu sürdürülemez bir noktaya sürüklemiş, nitekim mızrak çuvalı delip geçince hem kamu hem özel sektör 2022 yılı ortasında ilave maaş zammı yapmak zorunda kalmıştı. 2022 yılı sonunda da yine özel ve kamu sektörü maaş zamlarının reel enflasyonun altında kalması kişi başı reel harcanabilir gelirin azalmaya devam edeceğinin göstergesi. Alınan zamlar daha yılın ilk çeyreğinde buhar olmak üzere.

Depremin getirdiği maddi/manevi yıkımın ekonomik olarak en olumsuz etkilerinden birinin de enflasyon üzerinde olması kaçınızlmaz. Daha depremin ilk günlerinden beri kendini gösteren gıda enflasyonu, kira enflasyonu ve potansiyel vergi artışları kanallarından ek enflasyona yol açması dışında, depremin maliyetini karşılamak üzere parasal genişlemeye gidilmesi ihtimali de enflasyonist baskıyı artıracak diğer önemli hususlar olarak ön plana çıkıyor.
Tüm bunlara ilave olarak enflasyon üzerinde kur kanalıyla de ek baskılar görmemiz sürpriz olmayacak. Depreme bağlı olarak ihracatta ve turizm gelirlerinde ilk öngörülere göre bir düşüş yaşanması daha yüksek bir cari açığa yol açabilir. Daha yüksek enflasyon ve cari açık ortamında döviz kurunun yılın son aylarında olduğu gibi sabit tutulması kur üzerinde ilave bir stres birikimine yol açacak ve TL’de görülebilecek ani değer kaybı riskini daha da artıracaktır.
EYT’DE KİM MAĞDUR?
Yıllardır bir talep olarak dile getirilen ancak karşılık görmeyen EYT’ye ilişkin talepler sonunda karşılık buldu. Sosyal medya gücünün zühur ettiği bu talep Bloomberg ve Reuters tarafından da bir seçim yatırımı olarak nitelendirildi ki bu duruma itiraz etmek pek mümkün değil.
İlk olarak 2023 yılında yaklaşık 2,25 milyon kişinin, 2024 yılı sonuna kadar ise yaklaşık 5 milyon kişinin yasadan faydalanması bekleniyor. EYT’lilerin ortalama maaşları 8 bin 733 TL, Bağ-Kur’lu bir EYT’linin en düşük ücreti ise 5 bin 811 TL olarak hesaplanıyor. EYT düzenlemesinin ilk yıl bütçeye yaklaşık 250 milyar TL yani 13.5 milyar dolar ilave yük getirmesi bekleniyor. Sosyal güvenlik sisteminin açık verdiği bir dönemde yapılan bu hamle seçim ekonomisinin sonuçlarından sadece biri.
Türkiye’de dağıtım modeline göre işleyen sosyal güvenlik sisteminde aktif çalışanlardan sağladığı prim gelirleriyle, emeklilere aylık ödeyen SGK, 2022 yılında bütçeden yapılan rekor transferlere rağmen 39,7 milyar TL açık verdi. Bu açık önceki yıla göre %84 artmış durumda.

Bir diğer TÜİK verisine göre Türkiye’de istihdamdaki nüfus 2022 son çeyreği itibarıyla 31,5 milyon kişi, buna karşılık SGK’ya kayıtlı toplam aktif sigortalı sayısı ise 26,3 milyon dolayında bulunuyor. Buna göre 5 milyona yakın kayıt dışı çalışan var ve adına sigorta primi ödenmiyor.
Geçmiş yıllarda emeklilikte yaş haddi olmaması, kısa çalışma süreleri sonunda emekli olunabilmesi, ekonominin bunu karşılayacak istihdam artışını sağlayamaması, istihdamda kayıt dışılık, uzayan insan ömrü, artan işsizlik gibi nedenlerle ortaya çıkan çalışan-emekli dengesizliği yüzünden sosyal güvenlik sisteminin açıkları ve kamu maliyesine yükü artmaya devam ederken buna ilave olarak EYT düzenlemesi bırakın kamu maliyesini temel matematik ile bile izah edilebilir bir durum değil.
ALO MERKEZ, ORDA MISIN?
Bir yılda 8 kez hedef ‘güncelleyecek’ kadar öngörülü MB yönetiminin ekonomide yeni bir modeli ısrarla üstümüzde denediği, çözüm noktasında olması gerekenlerin nasıl sorunun kaynağı haline geldiğini anlatan ibretlik hikayenin tam göbeğindeyiz.
Net hata noksan kalemi ile başlayalım. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) verilerine göre net hata noksan girişi rekor kırdı. Veriler Aralık ayında da net hata noksan girişinin devam ettiğini gösterdi. Buna göre Aralık’ta net hata noksan girişi 428 milyon dolar oldu. 2022 yılının tamamında ise 24,2 milyar dolarlık net hata noksan girişi yaşandı.
Bu rakam Cumhuriyet tarihinin en yüksek net hata noksanı oldu. 2022’den önce en yüksek net hata noksan girişi 21,3 milyar dolarla 2018 yılında yaşanmıştı. Net hata noksan miktarının döviz kurunun yükseldiği dönemlerde hızla artması dikkat çeken bir husus. Ayrıca 24 milyar dolar gibi gözden kaçması çok doğal küçücük tutarların güven ve şeffaflığı nasıl beslediği de ayrı bir tartışma konusu.
Döviz tarafına gelecek olursak; TCMB Bankası tarafından açıklanan verilere göre, yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı 24 Şubat ile sona eren haftada 185 milyar dolara geriledi. Kasım sonunda 205 milyar dolar seviyesinde olan döviz birikiminin artık TL’ye olan güven sayesinde hızla erimeye başladığını söylemek isterdik ancak bu raporda her zaman olduğu gibi gerçekleri okuyacaksınız.
Özellikle yılın son ayında hızlanan döviz üzerindeki polisiye tedbirleri andıran baskılar meyvesini verdi. Bankalar üzerindeki TL’ye dönüşüm rasyosu uygulaması ile döviz birikimi olan müşterilerin tek tek arandığı, şubelere gelen mudilerin bankalar tarafından geri çevrildiği günleri de gördük. Bunun sonucunda hesaplarındaki birikim hızla azalmaya başladı. Ancak azalan döviz miktarının büyük kısmı TL’ye dönüşmedi. Ya banka kasasına ya da yastık altına kaymaya başladı.
BDDK haftalık verilerine göre 6 Ocak haftasından bu yana kesintisiz artışını sürdüren KKM hesabı 24 Şubat haftası itibariyle 1 trilyon 551 milyar liraya yükseldi. Bir haftada 51 milyar TL 6 Ocak’tan bu yana ise 181 milyar lira artış yaşandı. Döviz kurunun stabil hale gelmesi, alternatif yatırım araçlarındaki yükseliş ile Aralık ayında azalmaya başlayan KKM birikimi Ocak ayında sert düşüş yaşayan borsa ve Merkez Bankası’nın döviz dönüşümlü KKM mevduat faizinde üst sınırı kaldırması sebebiyle tekrar revaçta olmaya başladı.
Ancak KKM birikimi artışının korkulması gereken bir veri olduğu unutulmamalı. Çünkü KKM bakiyesi büyüdükçe dövizdeki her 1 kuruşluk harekete olan hassasiyet artar. Döviz şokları karşısındaki kırılganlığı artıran bu durum KKM bakiyesi yükseldikçe kurdaki olası sert yükselişlerde hazinenin bu yükü kaldırma olasılığını düşürüyor.

BORÇ YİĞİDİN KAMÇISIDIR
TCMB kısa vadeli dış borç verilerini açıkladı. Buna göre Aralık sonu itibarıyla, kısa vadeli dış borç stoku 2021 yıl sonuna göre yüzde 22,1 artışlar 145,6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bankalar kaynaklı kısa vadeli dış borç stoku yüzde 22,3 artışla 60,1 milyar dolar olurken diğer sektörlerin kısa vadeli dış borç stoku ise yüzde 19,7 artarak 52,6 milyar dolar oldu.
2022 Aralık sonu itibarıyla, kısa vadeli dış borç stokunun döviz kompozisyonunun yüzde 45,2’si dolar, yüzde 26’sı euro, yüzde 9,7’si TL ve yüzde 19,1’i diğer döviz cinslerinden gerçekleştiği gözlendi.
2022 Aralık sonu itibarıyla, orjinal vadesine bakılmaksızın vadesine 1 yıl veya daha az kalmış dış borç verisi kullanılarak hesaplanan kalan vadeye göre kısa vadeli dış borç stoku, 190,2 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Böylelikle kısa vadeye göre dış borç stoku rekor serisini üçüncü aya taşımış oldu.

HAZIRA REZERV DAYANMAZ
TCMB verilerine göre 24 Şubat haftasında brüt rezervler 121,2 milyar dolara geriledi. Böylelikle 3 Şubat haftasından bu yana TCMB rezervlerinde 8,5 milyar dolarlık düşüş yaşandı. Rezervlerin gerilemesinde TCMB’nin bankalarla yaptığı swap stokundaki gerileme etkili oldu. Bu durum swap hariç net rezerv verisine de yansıdı. TCMB verileri üzerinden yapılan hesaplamaya göre, 24 Şubat haftasında swap hariç net rezervler eksi 44 milyar dolar oldu. Bir önceki hafta bu veri eksi 44,8 milyar dolar olarak gerçekleşmişti.
Merkez Bankası’nın swap hariç net rezervlerinin eksiye düşmesi sonrasında bir daha pozitif değerleri görememesi bu konudaki umutları zayıflatıyor. Üstelik tarihi seviyelerde olan net hata noksana rağmen net rezervlerin toparlanamaması gelen her bardak suyun çaresizce yangının üstüne atıldığını gösteriyor. Negatif rezervlerin dövizdeki ölümcül çıkışlar esnasında yetersiz kalması kur şokları karşısındaki durumun hiç iç açıcı olmadığını göstermişti. Şimdi akıllarda tek soru var; taşıma su ne zamana kadar dayanacak?

TCMB, enflasyon ve cari açığın yükseldiği bir ortamda, nominal döviz kurunu sabit tutmanın ağır ekonomik maliyetini görmezden gelmek için kafasını kumdan çıkarmamakta ısrarcı. İhracatta ivme kaybı ve döviz çıpasının enflasyonu bastırmakta fayda sağlamamasına rağmen, seçim ekonomisi sebebiyle ithal ürünleri ucuza mal etmek için, döviz kuruna karşı canhıraş mücadele sürüyor.
Bu beyhude çabanın doğal sonucu da TL’nı ani bir saldırıya karşı savunması gereken FX rezervinin hızla erimesi. Net ve brüt rezervlerin son bir yılda sistemdeki döviz ve türevlerinin büyük kısmının TCMB emrine tahsis edilmesine rağmen bir türlü büyümemesi bu yöntemin nasıl başarısızlığa mahkum olduğunun en bariz kanıtı durumunda.
MERKEZ’İN FAİZLE BİTMEYEN SINAVI
Üstümüzde denenen tezlerden birisi de ; Düşük faiz -yüksek kur politikası ile ihracatın artırılması, dış ticaret açığının azaltılması, büyüme ve istihdamda artış sağlanmasıydı. Sonuçlar pek de iç açıcı olmadı maalesef.
Merkez Bankası’nın politika faizini düşürmeye devam etmesi piyasa gerçekleri ile örtüşmüyor. Yükselen enflasyon ve TL’den kaçış hem mevduat hem kredi faizlerini istikrarlı bir yükseliş içine sokmuş görünüyor. KKM hamlesi sonrası politika faizi eski önemini de kaybetmeye başlamış durumda.
Kamu bankalarının sınırlı da olsa politika faizine yakın oranlardan kredi kullandırması ise piyasa gerçekleri ile örtüşmüyor. Kamunun zararı göze alıp piyasayı sübvanse etmesi mali yapısı oturmuş ülkelerde anlaşılabilir ancak ülke ekonomimiz göz önüne alındığında bu durumun tolere edilmesi oldukça güç. Kamu bankalarına son 4 yılda dördüncü kez sermaye desteği kararı alındı. 28 milyar TL, 21 milyar TL, 49 milyar TL ve son olarak 2023 yılı başında kamu bankalarına 60 milyar TL TVF aracılığıyla sermaye desteği sağlanacak. Böylece kamu bankalarına aktarılan sermaye desteği toplamda 158 milyar TL’yi buldu. Tüm bunlara ilave olarak 8 Mart’ta Halkbank yurtiçinde 15 milyar TL’ye kadar farklı tür ve vadelerde Varlık Teminatlı Menkul Kıymet (VTMK), İpotek Teminatlı Menkul Kıymet (İTMK) veya benzeri türden borçlanma araçlarının ihraç edilmesi sürecinde gerekli başvuruların yapılması için genel müdürlüğü yetkilendirdi. Kamu bankalarındaki görev zararı büyüdükçe ve TL’deki değer kaybı arttıkça sermaye desteği ihtiyacı da kaçınılmaz oluyor.
Bakınız; ucuz faiz oranı ile piyasa fonlanıyor, sonra daha yüksek orandan mevduat toplanıyor, bu kredilerin bir kısmı döviz ve gayrimenkul yatırımlarına yöneliyor, TL değer kaybediyor, enflasyon yükseliyor, piyasa faizleri artıyor, görev zararı oluşuyor, sermaye ihtiyacı oluyor ve yine sermaye desteği sağlanıyor. Buna ilave olarak bu kaynağın da parasal genişleme ile sağlanması hem TL’deki değer kaybını hem de dolarizasyonu körüklüyor. Kuru baskılamak için de ‘kötü gün parası’ dahil tüm kaynaklar bertaraf ediliyor. Nasıl bir sarmalın içinde olduğumuz her yönüyle hissediliyor.

Üstelik bu bozulan dengeler sadece kamu değil tüm bankacılık kesimini etkiliyor. Bankalar üzerindeki artan baskı ve yaptırımlar, tasarruf eksikliği sebebiyle kaynak sıkıntısı artmakta. TCMB’nin faiz indirimleri sonrası TL’de yaşanan değer kaybının ardından açıklanan kur korumalı mevduata yönlendirilen TL nakitle beraber mevcut durumda %8,5 olan TCMB haftalık repo faizine rağmen kredi faizlerinin yüksek olması TL’deki likidite sıkışıklığının bir göstergesi.
Daha açık bir örnekle ifade etmek gerekirse; Kamu bankalarından %11-13 bandından kullandırılan ticari krediyi 1 dakika sonra asgari %25-30 aralığından aynı bankaya vadeli mevduat olarak yatırabiliyorsunuz. Buna piyasayı fonlamak değil kaynak transferi denir. Buna reel sektörü desteklemek değil kendi topuğuna sıkmak denir. Bu durumun sonucu ise bellidir; kaynaklarınız hızla tükenir, görev zararı oluşur, sermaye desteği gerekir, çarşaf çarşaf ilan edilen 0.69-0.99 oranlı krediler sadece vitrin süsü olur, KGF kredi paketi açıklanır ama kullandıracak kaynak olmadığı için top çevirirsiniz. Nasıl, tanıdık bir tablo değil mi?
BÜTÇE AÇIĞI
Bütçe meselesine 2022 ile başlamak gerekiyor. Çünkü Haziran ayında merkezi bütçe yeterli gelmemiş ve 2022 bütçesine ek 880 milyar TL’lik ek bütçe kabul edilmişti. Seçim olmayan bir yılda bütçe hedefindeki yaklaşık %40’lık sapmayı izah edebilen varsa buyursun.

2022 yılının tamamında bütçe 139 milyar açık verdi. Ancak tabloda yanlış değerlendirilen bir husus var. KKM kapsamındaki 92 milyar TL’lik ödemenin faiz dışı giderlerde yer almasını hatalı buluyorum. Bu kapsamda faiz giderlerini reelde 403 milyar TL olarak değerlendirmek gerekiyor. Ayrıca bu tabloda yer almayan en önemli unsur olan Botaş’ın Rusya’ya ödemesi gereken 20 milyar dolarlık borcun ertelenmesinin 2023 yılına ilave yük getirdiğinin altını çizmek gerekiyor. 2022 yılındaki bütçe açığının fiiliyatta çok daha fazla olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
2023 Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nda bütçe giderlerinin 4 trilyon 470 milyar TL, bütçe gelirlerinin 3 trilyon 810 milyar TL olacağı ve bütçenin 660 milyar 901 milyon TL açık vereceği tahmin edildi. Bu açık tahminine Botaş’a ait ödemenin ve EYT’nin dahil olup olmadığı hususunda bet bilgimiz bulunmuyor. Ayrıca seçim ekonomisine ilave olarak deprem sebebiyle oluşan devasa finansal yük daha yolun başındayken hesabın şaşmasına sebep olmuş durumda.
YASAK HEMŞERİM YASAK!
Kurbağa ve kaynar su deneyini hepiniz biliyorsunuz. Adım adım, dozajı artırarak uygulanan ve serbest piyasa dinamiklerinin kaynar suya atıldığı bu deneyin nasıl üstümüzde tatbik edildiğini gözler önüne sermek için kronolojik sırayla göz atalım.
18 Eylül 2018 : Yurtiçi yerleşiklerin döviz ve döviz cinsinden sözleşme yapması yasaklandı
9 Kasım 2021 : Döviz cinsi mevduat için zorunlu karşılık oranı %25’e yükseltildi.
18 Mart 2022 : İhracatçıların Merkez Bankası’na satmak zorunda olduğu döviz gelirlerindeki payı %25’ten %40’a çıkarıldı.
6 Nisan 2022 : Bankaların döviz mevduatlarının %20’sini 8 Temmuz’a kadar KKM hesabına çevirmemesi halinde TCMB’ye yıllık %1.5’luk komisyon ödemesi şartı getirildi.
15 Nisan 2022 : İhracatçı ve turizmcilerin döviz gelirinin %40’ını bankalarda TL’ye dönüştürmesi akabinde bankanın da bu dövizin en az %40’ını MB’na bozdurma zorunluluğu getirildi.
19 Nisan 2022 : Yurtiçi yerleşiklerin döviz cinsinden kıymetli evrak (çek,senet) ödemesi yasaklandı
27 Nisan 2022 : Bankaların döviz alım-satım işlemlerini platformlar üzerinden yapması yasaklandı
25 Haziran 2022 : Döviz varlığı 15 milyon TL’yi aşan veya şirketin cirosu ile aktif büyüklüğünün yüzde 5’inden fazla dövizi olan şirketlerin TL kredi kullanımı kısıtlandı.
20 Ağustos 2022 : Ticari kredi faiz oranı %29’u geçen bankalar için yaptırımlar getirildi.
31 Ağustos 2022 : Dönüşüm oranı % 10’un altında kalan bankaların ilave olarak 5 puan, %10 ila 20 arasında olan bankaların ilave 3 puan yabancı para zorunlu karşılık tesis etmesi kararlaştırıldı.
10 Aralık 2022 : Bankaların net döviz pozisyonunun öz kaynakları içindeki payına ilişkin üst sınır yüzde 20’den yüzde 5’e çekildi.
2 Ocak 2023 : Yurt dışına 50 bin dolar üzeri yapılacak olan EFT/havale işlemlerinde belge ibrazı zorunluluğu getirildi.
23 Şubat 2023 : Altın ithalatına kısıtlama getirildi.
10 Mart 2023 : Tüketici kredilerinde aylık %1,37 üzerindeki faiz oranları için yaptırım getirildi
Bu listeyi uzatmak, özellikle bankalara getirilen yaptırımların ayrı bir listesini bile yayımlamak mümkün. Ayrıca bu listede sadece resmi olanlar mevcut. Bankaların genel müdürlüklerine gelen ‘Nasılsınız, bir sıkıntınız, isteğiniz var mı’ kabilinden telefonlar listede yer almıyor. Dikkat ettiğiniz üzere tedbirlerin büyük kısmı son 1 yıl içerisinde ve giderek artan dozda. Her taraftan sıkıştırılan balonun patlaması yaklaşıyor, tüm telaş bu yüzden.
BÜYÜK YIKIM; DEPREM
Ülkemiz 6 Şubat sabahı yakın tarihinin en büyük felaketine uyandı. Kahramanmaraş merkezli depremler silsilesi 10 ili etkiledi ancak bazı illere adeta kıyametin fragmanını yaşattı. İnsani açıdan acı dolu bu yıkımın ekonomik etkilerine değinmemiz gerekiyor.
2023 yılına ait yapı yaklaşık birim değerler tebliğine göre yaklaşık olarak depremin direk maliyeti hesaplandığında yaklaşık 46 milyar dolarlık bir tutar hesaplanıyor(Dolar kuru 18,9 alınmıştır).

Yapılan açıklamaya göre; depremzede her aileye 10 bin TL, ölen kişilerin ailelerine 100 bin TL ve ailelere aylık 5 bin TL kira desteği yardımları yapılacağı belirtilmişti. Toplam 600 bin aile üzerinden yapılan bu hesaplamaya göre nakdi yardımların maliyeti ise 2,5 milyar dolar civarında gerçekleşecek. Böylece depremin toplam maliyetinin yaklaşık 49 milyar dolar olması beklenebilir.

Deprem sonrasında seferber olan halkımız, kurumlar ve özel sektörün büyük bir yardım seferberliği başlatması takdire şayan. Zor zamanlarda birlik olmayı becerebilen bir toplum olmamız da ilerisi için umut verici.

Toplanan yardımın büyük kısmının kamudan olması sebebiyle gerçek bağış tutarını yani kamu dışındaki bağışları hesaplamak daha sağlıklı olacak. Çünkü kamu kurumları bu tutarları hazineye aktaracağı kardan yapacağı için hazinenin bu eksik tahsilat sebebiyle yeni kaynak bulması gerekecek.

Görüldüğü üzere depremin sadece maddi hasar olarak ilk tespitlere göre maliyeti 45 milyar doların üstünde. Bu tutarın daha da artabileceğini de eklememiz gerekiyor. Bu ilk maliyetlere ilave olarak hesaplamamız gereken maliyetler de göz ardı edilecek düzeyde değil.
2022 yılı verilerine göre depremden etkilenen 10 ilimizin GSYH içindeki payı %9,3 ile yaklaşık 85 milyar dolar iken en çok etkilenen 3 ilin (K.Maraş, Hatay,Adıyaman) GSYH içindeki payı %2.6 ile 25 milyar dolar seviyesinde. Bu 3 ildeki GSYH kaybının %55-60, diğer illerin ise %15-20 civarında olması bekleniyor. Bu hesaplamalara göre toplam GSYH kaybı yaklaşık 25 milyar dolar olacak. Yine bu illerimizin ihracattaki %9’a yaklaşan payı da göz önüne alındığında ihracat kaybımızın da 7.5 milyar dolar civarına olması bekleniyor.
2022 yılında depremden etkilenen illerimizden elde edilen vergi geliri yaklaşık 119 milyar TL. Bu illerde ortaya çıkan kayıplar, erteleme ve destekler sebebiyle vergi gelirlerinde önemli bir kayıp ortaya çıkacaktır. Özellikle en çok etkilenen 3 ilde vergi kaybının büyük olmasını beklememiz gerekiyor. Yıl boyunca toplam vergi geliri kaybının ise 60 milyar TL’yi bulması bekleniyor.
Depremden etkilenen illerde toplam 4.6 milyon kişi istihdam edilirken bunun 1 milyonu K.Maraş, Hatay ve Adıyaman’daydı. Kamu kesiminde istihdam kaybıolmayacağını düşünürsek sadace özel sektörde iş yerinin çalışamayacak durumda olması, çalışanların hayatını kaybetmesi gibi sebeplerle yaklaşık %8 dolayında bir istihdam kaybı beklense de bölgeden göç eden vatandaş sayımızın 1,5 milyonu geçmesi, artçı sarsıntılar sebebiyle hem üretim hem psikolji toparlanmanın henüz oluşmamış olması da göz önüne alındığında toplam istihdam kaybının %10’u geçmesi sürpriz olmayacaktır. Bu durumda toplam işsiz sayısı da 3,6 milyondan 4 milyona çıkacak demektir.
Sadece onarım, yapım vb maliyetleri değil reel bir zarar hesaplanacaksa buna gelir, üretün kaybının da eklendiği bir hesaplamada depremin toplam maliyetinin alt sınırının 85 milyar dolar olması beklenebilir ki bu tutarın 100 milyar doları bulacağını ifade eden uzmanlar da mevcut.
İlave olarak, tüm bu harcamaların yapılacağı bir ortamda talep yönlü fiyat artışlarının olması kaçınılmaz. Yine bölgedeki üretim kaybı sebebiyle belli ürünlerde arz yetersizliğinin de fiyatları yukarı çekeceği, işgücü kaybı sebebiyle hizmet enflasyonunun da etkileneceği unutulmamalı.
SAĞIM AÇIK SOLUM AÇIK
Bir süredir izlenen “düşük kur-düşük faiz” politikasının dış ticarette yol açtığı olumsuz etki, ocak ayında daha da netleşti. Bu politikanın ithalatı ihracattan çok daha fazla artırıcı etkisi nedeniyle rekor kıran aylık ithalat ve dış ticaret açığı tarihi en yüksek düzeylerine ulaştı ve dış ticarette 2023’e kötü bir başlangıç yapılmış oldu. TÜİK Dış Ticaret Endeksleri de Türkiye’nin düşük kur politikasının dış ticaret dengesini bozduğunu gösteriyor. Veriler, ekonomide deprem tahribatının da devreye gireceği önümüzdeki aylar için olumlu sinyaller vermiyor.

2022 yılı Ocak-Aralık döneminde geçen yılın aynı dönemine göre; ihracat, %12,9 oranında artarak 254 milyar dolar, ithalat ise %34,3 oranında artarak 364 milyar dolara ulaştı. Dış ticaret açığı ise %138 artışla 110 milyar dolar olarak gerçekleşti. Gelelim cari açık meselesine; 2022’de Türkiye ekonomisi 48,8 milyar dolarla 2013 yılından bu yana en yüksek cari açığı vermiş oldu. İhracatın ithalatı karşılama oranı da %69,8’e geriledi.

Mevcut kur ve dış ticaret politikası ekonomiye negatif etki etmeye devam ediyor. Grafikte görüldüğü üzere ithalatta istikrarlı artış sürerken ihracat Haziran ortasından sonra ivme kaybediyor. Haziran ortasında dolar kurunun yaklaşık 17.5 TL olduğunu özellikle belirtmek istiyorum. Kurun baskı altına alınmasıyla beraber ihracatın ivme kaybetmesi sürpriz değil. İşçilik, sabit işletme giderleri, TL bazındaki tüm maliyetler yılın ikinci yarısında reel anlamda %40-50 bandında artarken dövizdeki artışın %10’un altında kalması ihracatçının rekabet gücünü kırmış durumda. Azalan ihracat geliri döviz kıtlığı yaşayan ekonomi yönetiminin de hareket alanını daraltıyor.
BÜYÜME BİZİ KURTARIR MI?
Hiç iyi haber yok mu dediğinizi duyar gibiyim. Elimizde bu bakımdan büyüme verisi var diyebiliriz. GSYH 2022 yılının dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 3,5 arttı. GSYH, 2022 yılının tamamında ise bir önceki yıla göre yüzde 5,6 arttı. Büyüme her ne kadar pozitif alanda yer alsa da 2021 yılına oranla önemli bir zayıflama olduğu dikkat çekiyor.

Üretim yöntemine göre cari fiyatlarla GSYH, 2022 yılında bir önceki yıla göre yüzde 107,0 artarak 15 trilyon 6 milyar 574 milyon TL oldu.
2022 yılında kişi başına GSYH cari fiyatlarla 176 bin 589 TL, ABD doları cinsinden 10 bin 655 olarak hesaplandı. İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı geçen yıl yüzde 30,1 iken bu oran 2022 yılında yüzde 26,5 oldu. İşgücünün katma değer içindeki payının azalması gelir dağılımındaki adaletsizliği ve gelir gruplarındaki ayrışmanın hızlandığını gösteriyor. Sabit gelirlilerin derinden hissettiği bu durum toplumsal sınıf ayrımlarını da körüklüyor.
Sonuç olarak;
Bir şarkıda geçen ‘Dertler derya olmuş ben de bir sandal’ sözleri ekonomideki tabloya bakınca kulaklarımızda çınlıyor. Yıllardır merdiven şeklinde aşağı düştüğümüz ekonomik durum için öteleme, günü kurtarma anlayışı tahribatın boyutunu artırdı. Yaklaşmakta olan krizin ne olacağını az çok bilmekle beraber zamanlaması ve tetikleyicisi hakkında net bir tahminde bulunmak haliyle mümkün değildi. Ancak deprem ile beraber bu tetiklemenin başladığına dair artık güçlü bir kanaatimiz var.
* Ekonomi yönetiminde “liyakat” için kayıp ilanı verilmesine rağmen hala bulunamadı. ‘Bundan daha kötüsü olmaz’ dedikçe daha kötüsü geliyor.
* MB yönetiminin iktisadi bilimlerle olan inatlaşması herhangi bir mantık çerçevesinde açıklanabilir olmaktan çıktı.
* Enflasyon, fiyat istikrarı, büyüme, cari açık, istihdam, bütçe dengesi, MB rezervleri bir ekonominin temel dinamikleridir. Tüm kolonları kesilmiş ekonomimizde elde sadece büyüme kalmış durumda. Siz hiç tek kolon üstünde durabilen bir bina gördünüz mü?
* Dış ticaret açığı Malazgirt Zaferi’nden bu yana en yüksek mertebesine ulaştı. Depremin ekonomik yansımaları ve seçim ekonomisi sebebiyle yıl içerisinde yeni rekorlar gelmeye devam edecek.
* EYT düzenlemesinden faydalananlar bu durumdan memnun olsa da sosyal güvenlik sisteminin dibine konulan bu dinamitin faturası hepimize çıkacak. Hem de çok yakında.
* Seçim enflasyonu sebebiyle artan parasal genişleme deprem harcamaları sebebiyle hız kazanıyor. Yeni bir enflasyon dalgası daha güçlü şekilde geliyor.
* Kuraklık ve mevsim normalleri üstündeki sıcaklık sebebiyle özellikle gıdada enflasyon çok daha fazla hissedilecek
* Rusya, dış ticarette en önemli partner olmuş durumda. AB ve ABD’nin şimdilik göz yumduğu bu durumda işler tersine döner ve bir tercih yapılması gerekirse nurtopu gibi büyük bir krizi kucağımızda bulacağız demektir.
* Botaş’a ait ertelenen borç, ivme kaybeden ihracat, rekor düzeye çıkan dış borç ve boğazına kadar dövize endeksli enstrümana gömülmüş iç borç yapısı. Döviz kurunun dört bir yanı sarılmış durumda.
* Daralan alım gücü, gelir adaletsizliği arttıkça sosyal patlamaların olasılığı artar. Her açıdan zor bir yıl olacak.
*TL bazında yüksek kar rakamları göz boyayan bankalarda kaynak sıkıntısı artıyor. Yaptırımlar ile azalan karlılığa ilave olarak deprem bölgesindeki krediler sebebiyle hem sorunlu kredi hem tahsilat sorunu zaten kıt olan TL maliyetini ciddi ölçüde artıracak.
* 2023-2024 yılları sosyo-ekonomik dip sürecinin yaşanacağı dönem olacak. Sonrasında toparlanma ve yeni bir başlangıç için umutlu olabiliriz.
* İktisat kitaplarında yazmasa da ekonomi ve toplum hayatının en önemli dinamiği adalettir. Bozulan adalet her alanı etkiler. Adalet mülkün temelidir!
Yazılarda yer alan analiz ve görüşler tamamen yazarın kişisel yorum ve görüşlerini yansıtmakta olup, sizin risk ve getiri tercihlerinizle uyumlu olmayabilir, gerçeği yansıtmayabilir ve yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yazılarda yer alan bilgiler yazarın şahsi görüşleri olup F-Ray Finansal Teknolojiler ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.